9 Eylül 2014 Salı

Hem bedeni hem ruhu doyuran Amsterdam

Van Gogh'un paleti

Vondelpark’ın ana girişine yakın Museumplein denen müze bölgesi var. Avrupa’nın en çok ziyaret edilenler arasında yer alan ve bunu hak eden iki müzesi de burada: Van Gogh Museum ve Rijksmuseum. Van Gogh müzesine sırada beklemeden girmeniz zor ama mutlaka girin. Sakın ha hemen yorulmayan çünkü müze turunun sonlarına doğru, Van Gogh’un bazı eserlerini mikroskop tarzı bir aletle inceleme şansı doğuyor. Fırça darbelerini bu kadar yakından görmek demek, o esere yeni bir gözle bakmak demek. Ayrıca, bu mikroskop aracılığıyla, açık havada dizlerinin üzerinde resim yapan Van Gogh'un resimlerindeki kum, ot, yaprak, vb. parçaları da gözlemlemek mümkün.

Van Gogh'tan kardeşi Theo'ya














Rijksmuseum’da ise
Rembrandt (ünlü eseri Night Watch), Johannes Vermeer (ünlü eseri The Milkmaid), Hendrick Avercamp (ünlü eseri Winter Landscape with Ice Skaters) gibi birçok önemli Hollandalı ressamın eserlerinin yanı sıra, Michelangelo, Albrecht Dürer gibi başka milliyetten önemli sanatçıların eserleri de bulunuyor.
Rijksmuseum’a damgasını vuran eser ise Rembrandt’tan Night Watch. Bu öyle bir eser ki, bir resmin orijinalini görmenin, bir resmi yakından incelemenin neden bu kadar önemli olduğunu size tek başına açıklıyor. Rembrandt’ın ışığı kullanımı gerçekten hayranlık uyandırıcı. Işığı bu derece iyi kullanmak için, ışığın ve gölgenin hâllerini de çok iyi bilmek gerek. İşte bu noktada, Rembrandt’ın yeteneğini besleyen, tam da Amsterdam’da yaşamış olması diye düşünüyorum. Bir açıp bir kapayan havası, güneşin saklambaç oynadığı gökyüzü, çoğu zaman karanlığın hâkim olduğu bir şehir, ışığın izini sürme isteğini kamçılıyor. Işık kullanmada bir dâhi olması bir yana, Rembrandt’ı benim için özel kılan bir başka şey de, Rembrandt’ın hayatı. Yazıyı iyice uzatmamak adına, Rembrandt’ın dokunaklı hikayesini izleyebileceğiniz bir video bağlantısı paylaşıyorum: http://www.youtube.com/watch?v=h-A817_ENKA Rembrandt’ın Amsterdam’da senelerce yaşadığı ve müzeye dönüştürülmüş evinde (“Rembrandthuis”) Rembrandt’ın eşyalarının ve topladığı resimlerin yanı sıra kendi çizimleri de bulunuyor. Küçük bir ücret karşılığında girebileceğiniz bu ev, bağışlarla ayakta duruyor. (Hayat hikayesini izledikten sonra bu bile çok hüzünlü geliyor bana).

Rembrandthuis

Amsterdam’ın sembolü XXX işaretiyle ilgili bir yanlış anlama var. Malum, Amsterdam’daki Red Light District, kadınların vitrinlerde kendilerini sergileyerek para karşılığı erkeklere bedenlerini sundukları ve çeşitli seks şovlarının yapıldığı bir bölge. XXX işaretinin bu bölgeden kaynaklandığı sanılıyor. Aslında, bu işaret, ilk yüzyıllarda X şeklinde bir çarmıha gerilerek öldüren St. Andrew’a atıfta bulunuyor. Ayrıca, şehre üç şeyin girmesi yasak anlamında kullanılıyor. Bunlar; sel, yangın ve veba.

Hollanda’da, hem sömürgeci bir devletken sömürdükleri kültürlerin hem de ülkedeki yabancı uyruklu vatandaşların etkisiyle, özellikle doğu mutfakları yaygın. Ve tuhaf bir şekilde, kendine has bir yemek kültürü olmayan Hollanda’da hem yemek çeşidi hem de güzel yemek çok. Uygun fiyatlı olanlar arasında önerebileceğim bir yer, fast food falafel restoran zinciri olan Maoz. Bir vegan olarak önerebileceğim bir diğer yer ise 2014 yılında Dam Meydanına çok yakın bir noktada açılan Vegabond; hem dükkân hem cafe. İçerideki şirin ortamda sıcak bir çay eşliğinde harika vegan pastalar yiyerek, yağmuru ve kanalı izleyebilirsiniz. Vegan yani hayvansal ürün/hayvan sömürüsü içermeyen yani yumurtasız mayonezi denemenizi de özellikle tavsiye ederim. Son olarak da, yine merkezi bir konumda bulunan ve vegan kıyafetler satan Vega-Life’ın kapısını harika vegan/sorbe dondurmaları için de çalabilirsiniz. Çilek ve kırmızı biberden oluşan tuhaf karışımlı dondurması tavsiyemdir.

Tropenmuseum ve çocuklar için origami dersi


Yemek demişken, bahsedeceğim bir mekân da, Avrupa’nın önde gelen etnoğrafya müzelerinden biri olan Tropenmuseum’daki Restaurant Ekeko. Hollanda’nın eskiden sömürgeci bir devlet olmasının, doğu kültürlerine dair bu kadar bilgiyi toplayıp böyle ayrıntılı bir müzeye dönüştürmesine olanak tanıdığına inanıyorum. Haliyle bu müzenin ziyaretçilerini de, yabancı turistlerden çok yerel turistler oluşturuyor. Özellikle de çocuklu aileler. Burası “interaktif bir müze nasıl olur”a iyi bir örnek teşkil ediyor. Asya, Afrika, Latin Amerika gibi kültürlere ait modern ve geleneksel sanatsal objelerden oluşuyor. Türkiye’den Hacivat ve Karagöz gölge oyunu, Zeybek oyunu ve Tarkan’ın Dudu şarkısının klibini izlemek mümkün. Başka sürprizler de var ama onları da gidecek olanlar keşfetsin. Çocukların bile sıkılmasına izin vermeyen bir müze olsa da, çok fazla bilgi barındırdığı için burayı gezmek hayli yorucu. Müzeyi ziyaret ettiğimde iki de geçici sergi vardı: “Masters of Photography - Icons of National Geographic” ve “Mixmax Brasil” sergisi. Modern sanattan hemen hemen hiç haz etmeyen biri olarak, “Mixmax Brasil” sergisini beğenmeme ben de şaşırdım. Çöpten sanat yaklaşımı hoşuma gitti. Pet şişelerden Brezilya’nın kültürel dünyasını yeniden tasarlamışlar. Pet şişelerden yapılmış yağmur ormanında yürüdüğünüzü hayal edin, mesela. Restorana dönecek olursak, diyeceğim tek şey, yemekleri harika, beyaz birası da.

Amsterdam ile ilgili önceki ve sonraki yazı için:

Amsterdam 1 - Islak ve Mutlu Amsterdam
http://erikhirsizi.blogspot.com.tr/2014/09/islak-ve-mutlu-amsterdam.html

Amsterdam 3 - Özgür ve Sihirli Amsterdam
http://erikhirsizi.blogspot.com.tr/2014/09/ozgur-ve-sihirli-amsterdam.html


*Fotoğraflar tarafımca çekilmiştir. Fotoğrafların üzerine tıklayarak daha büyük görüntüleyebilirsiniz.

3 yorum:

  1. Sevgili "Birkaç Tahtası Eksik Pinokyo" seyahatlerinden döndükten sonra bloğunda yayınlayacağın yazıları büyük bir sabırsızlıkla bekliyor olmamın nedeni işte tam da bu yazın, yazının tadı tuzu, şekeri, baharatı, aroması.
    Amsterdam benim de üç şehrimden biri; İstanbul ve Prag ile birlikte. Ancak, Amsterdam'a ait yayınlarından sonra bir kez daha gitmek - hem de acilen - ve paylaştıklarını yaşamak ve görmek istiyorum. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkür ederim nAifce. her zamanki gibi beni daha çok yazmaya ve gezmeye yüreklendiriyorsun. ben de senin seyahat anılarını dinlemeyi ve okumayı çok seviyorum. ikimizin de leyleği bol olsun.

      Sil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil